Menu

Aylık Yazı Dizileri

Atatürk Anıları "Ali Galip Öztürkmen Anlatıyor"

 
 

Değerli Üyeler,

 

Bu ayki yazımın konusunu, her Nisan ayında olduğu gibi yine Atatürk ve öğrencileri konusuna ayırdım. Bilindiği gibi Atatürk, gerek yurtiçi gezilerinde gerekse Ankara’da eğitim verilen okulları sıkça ziyaret eden ve Türk gençliğinin eğitimine önem veren büyük bir liderdi. 

 

1929 yılında dünyada ve ülkemizde meydana gelen ekonomik bunalımın devam ettiği yıllarda, bir taraftan ülkenin iktisadi dengesine yön verirken diğer taraftan da Türk gençlerinin eğitimini üst seviyelere çıkarmak Atatürk’ün başlıca amaçları arasında yer alıyordu.

 

Atatürk, ekonomik bunalımın devam ettiği zamanda dahi okulları ziyaret etmeyi ihmal etmezdi. 1931 yılının Ocak ayında, Ankara’da Gazi Muallim Mektebi’ne gider ve sınıflara girer. Sınıflarda tarih dersleri vardır ve bu tarih derslerinde Atatürk ile sınıf öğretmeni ve öğrenciler arasında Türk soyu konusunda geçen ve her nedense yazılı basında yer almamış bir anıyı sizlerle paylaşmak istedim.

 

Bu yazımda, 1930 yılında sınavı kazanarak, Ankara Gazi Muallim Mektebi’ne giren Ali Galip Öztürkmen’in bizzat yaşadığı ve diğer sınıflarda da aynı konunun geçtiğini anlatan anısını okuyacaksınız. Bu anıda, dünyanın başka taraflarındaki insanların, daha kaya ve ağaç kovuklarında yaşarken atalarımızın, hayvanları ehlileştirerek onlardan yararlandıklarını, kereste ve maden işlemesini öğrenerek medeniyeti elde ettiklerini ve bu medeniyeti dünyaya yaydıkları konusunu okurken keyif alacağınızı umuyorum.

 

Büyük bir liderin tarih öncesi onbinlerce yıllık Türk soyu hakkındaki engin bilgiye sahip olması, öğretmenlere verdiği önemi, öğrencilere yaklaşımı, onlarla olan diyalogu, onlara bakışı ve Türk gençliğinin iyi yetişmesi konusundaki çabaları hiçbir zaman unutulmaz.

 

Ruhi Duman

İstanbul, 11 Nisan 2011

 

 

ATATÜRK ANILARI*

Ali Galip Öztürkmen

anlatıyor

 

Gazi Mustafa Kemal Atatürk 11 Ocak 1931 günü Ankara’da Gazi Muallim Mektebi (Gazi Öğretmen Okulu) ne ziyaret için geldi. Okulda özellikle tarih, coğrafya, edebiyat, matematik ve resim dersleriyle ilgilendi. Önce ders programlarını inceledi, Milli Eğitim Bakanı Esat bey ve Okul Müdürü Faik Sabri (Duran) ve hocalarla eğitim, öğretim ve idari işler hakkında bilgi aldı. Daha sonra da bazı derslere katıldı.

 

İlk olarak Tarih Dersi olan bir sınıfa girdi. Bu derste geçenleri hatıralarında yazan emekli tarih öğretmeni Ali Galip (Öztürkmen) beyin anlattıklarında öğreniyoruz:

 

Tarih Dersinde

 “Ben 12 yaşındayken (1930), imtihanı kazanarak Gazi Orta Muallim Mektebi’nin ilk bölümüne girmiştim. Müdürümüz Faik Sabri (Duran), muavinlerimiz Vildan Aşir (Savaşır), Cevat Memduh (Altar), Nihat (Özön), Halil Fikret (Kanad), öğretmenlerimiz Ali Fuat (Başgil), Sadi (Irmak), İhsan Mahvi, İbrahim Necmi (Dilmen), Ömer (Beygo), Hüseyin Namık (Orkun), Zihni (Derin), Hamdi Nazım, Şeref (Akdil) Beylerdi.

 

Sınıfımızın mevcudu 50 öğrenciydi. Sabahleyin ilk dersimiz Tarih olup önümüzde Ahmet Refik Bey’in kitabı olduğu halde derse başladık. Öğretmenimiz Hamdi Nazım Bey’di. Birden bire kapı tıklatıldı. Türkiye’ye hayat veren, ışık veren, mazlum milletler için meşale olan orta boylu, sarışın, mavi gözlü dinamik, hareketli Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal içeri girdiler. Doğruca arkaya gidip durdular. Muavinler ve yaverleri kapı yanına dizildiler. Kara tahtada asılı Asya haritası başında Kemal adında bir arkadaşımız bulunuyordu. Bizler öğretmenimizin izniyle aktüel konu olan Kubilay olayını konuşuyor, müşterek üzüntümüzü belirtiyorduk.

 

Gazi’nin huzurunda öğretmenimiz konuyu geçmiş Tarih’e çevirip, öğrenciye:

-          “Tukyular’ı anlat !” dedi.

 

Öğrenci arkadaşımız kitap bilgisi ile:

-          “Türkler Asya’da göçebe halinde yaşar, koyun sürüleriyle Altay Dağları eteklerinde göç ederlerdi...” derken

 

Gazi Hazretleri, müdahale ettiler ve öğretmenimize hitaben:

-          “Öğrencinin söyledikleri doğru mu ?”

sorusuna öğretmenimiz:

-          “Konumuz Kubilay olayı idi ve şehidi konuşuyorduk.” deyince,

 

Gazi Hazretleri, çok kızgın olarak:

-  “Ya, niçin bu konuya geçtiniz ?”

dediler ve tahtaya yürüdüler. Eldivenlerini masa üzerine bıraktılar, tebeşir istediler, muavinler almaya koşacaklardı ki (idare uzaktı), ben yanımda saklamış olduğum yuvarlak bir tebeşiri ön sıradan kalkarak Gazi Hazretlerine sevgi ve heyecanla verdim. Yerime geri geri giderek oturdum. Bu anıyı okuyanlar, belki de Gazi tahtaya yazı yazacak zannederler. Asla böyle bir yazı yazılmadı. Gazi tahtanın önüne geldi ve tahtada asılı Asya haritasına Türkler’in anayurdunu çizdiler (yağlı boya gibi tebeşirle çizdiler) ve konuşmaya devam ettiler:  

-          “Türkler Ortaasya’da oturur, Anayurtları da Kingan Dağları, Baykal Gölü, Tiyan Dağları, İrtiş Havzası, Aral Gölü, Hazar Denizi, Pamir Yaylası, Karanlık Dağlar içinde kalan geniş bir alanda yaşarlardı. Türkler, hiçbir zaman göçebe değildi. Başka milletlerin taarruzuna uğramamak için yerlerini değiştirirlerdi.” dediler.

 

Tebeşiri bırakıp eldivenlerini aldılar, kapı açıldı, diğer sınıfa gittiler.

 

Aynı konuda, İkinci Tarih Dersi

İki hafta sonra bizlere “Türk Tarihinin Ana Hatları” okunmak üzere dağıtıldı. Öğrendik ki Gazi o gün okulumuzda saat 16.00 ya kadar kalmışlar, biz öğrenciler de Kubilay mitingine gitmiştik.

 

Gazi bu sınıftan sonra yine tarih dersi olan ikinci bir sınıfa gitmişti. Konu orada da aynen işlenmişti bu defa konuyu Fazıl (Oyat) isimli bir öğrencinin anılarından öğreniyoruz:

 “ …Tarih dersindeyiz. Öğretmenimiz Türk tarihinden yoklama yapıyor. Asya haritasının başında bir arkadaşımız duruyor.”

 

Öğretmen bir aralık konuyu yeni Türk Devleti’ne çevirdi:

-          “Türk Devleti’ni işgalden kurtaran, ona yeni baştan can veren Gazi Mustafa Kemal !”

derken sınıfın kapısı ani bir sarsıntı ile açıldı. Gazi, içeri girdi. Parlak gözleri, heybetli hali ile karşımızda durdu.

 

Büyük Gazi yüzünü tahtada harita önünde duran arkadaşımıza çevirerek sordu:

-          “Ne yapıyorsun oğlum?”

-          “Türk Tarihini anlatıyorum.”

-          “Anlat bakalım, neler öğrendin ?”

-          “Efendim Türkler göçebedir...” sözlerinden sonra Gazi’nin bakışları ile karşılaşınca, bundan sonra ne anlatacağını şaşıran arkadaşımız durakladı.

-          “Oğlum, soyun hakkında yalnız bunları mı öğrendin? Başka söyleyecek sözün yok demek?”

 

Gazi bundan sonra yüzünü öğretmene çevirerek:

-          “Muallim Bey siz tamamlayınız” dedi.

 

Öğretmen de anlatmaya şöyle başladı:

-          “Türkler’in Anavatanı Ortaasya’dır. Türkler orada göçebe bir hayat geçiriyorlardı.”

 

Tam bu sırada sözün gerisini sert bir ifade ile Gazi’nin gür sesi değiştirdi:

-          “Muallim Bey, Türk tarihi hakkında talebeye öğretilecek ilk söz bu olmamalıydı. Türkler’in neden göçebe hayat geçirdiklerini hiç merak edip de soyumuzun göçebelikten önceki durumunu araştırdınız mı?”

 

Bundan sonra kırmızı tebeşiri eline alarak Asya haritasında Türkler’in anayurdunu çizmeye başlayan Gazi, tatlı bir eda ile Türk tarihini anlatmaya başladı:

-          “Asya büyük bir kıta parçasıdır. Orada Himalaya sıra dağları, Hazar Denizi, Baykal Gölü arasında dünyanın en yüksek yaylaları uzanır. Büyük Kadırgan Dağları’ndan Baykal Gölü kıyılarına, oradan Altay Dağları boyunca İdil Havzası’na vararak, Hazar kıyıları, Hindikuş, Pamir, Karakurum, Karanlık Dağları’na kavuşan çizginin içinde kalan yerlere Ortaasya Yaylası denir.

 

Bugün burada göklere doğru baş uzatan dağlar, korkunç kum çölleri ile yeşil su boyları ve göl kenarları vardır. Fakat, Tarih devirlerinden binlerce yıl önce, Türk Anayurdunda şimdi yerlerini kumsallar, bozkırlar, sığ göller tutmuş engin denizler vardı. İlk medeniyetin gür filizleri bu denizlerin kıyılarında, bu denizlere dökülen derin ırmakların bereketli topraklarında fışkırmıştı. Dünyanın başka taraflarındaki insanlar daha kaya ve ağaç kovuklarında yaşarken Anayurttaki atalarımız hayvanları (ehlileştirerek) kendilerine alıştırmışlar, kereste ve maden işlemesini öğrenerek parlak bir medeniyete kavuşmuşlardır. Ortaasya’daki iç deniz ve ırmaklar, saydığımız bu ulu dağları örten buzların verdiği sularla besleniyordu. Fakat, uzun bir zaman sonra iklim değişti. Medeniyetin beşiği olan Ortaasya bu şekilde yaşanamaz hale geldi. İşte çoçuklar, sizin göçebe dediğiniz ve öğrendiğiniz Türkler, bu sonuçlarla yurt değiştirmişlerdir, medeniyetlerini de diğer yurtlara ulaştırmışlardır. Türk Anayurdundan milyonlarca insan ayrıldı. Fakat Anayurtlarının değişen iklimine, zorlaşan şartlarına boyun eğerek ve göğüsleyerek Ortaasya yaylalarında daha milyonlarca Türk kaldı.”

 

Bundan sonra Gazi, sınıfımızı selamlayarak çıktı.

 

Aynı konu ile bağlantılı, Üçüncü Tarih Dersi

Hamdi Nazım Bey’in Tarih dersinde olanları bizzat Hamdi Bey’den dinleyen Tahsin (Banguoğlu) Bey anlatıyor:

Gazi Terbiye Enstitüsü’ndeki Edebiyat öğretmenliğim sırasında. Yılbaşı tatilini İstanbul’da geçirmiş ve Ankara’ya dönerek yeni yılın ilk dersine başlamıştım. Tarihi tam olarak hatırlayamıyorum. Ocak ayının ilk günlerinden bir gün Gazi, “Gazi Terbiye”ye gelmiş. Tarih öğretmeni Hamdi Nazım Bey’in dersine girmiş.

-          “Dersinize devam ediniz, Muallim Bey.”

diyerek arka taraftaki sıralardan birisine oturmuş. Yanındakiler de duvarın kenarında ayakta. Kara tahtada ise bir Ortaasya haritası asılı.

 

 

 

 

Hamdi Nazım Bey, çalışkan bir öğrencisini derse kaldırmış ve:

-          “Eski Türkler’i anlatınız” demiş.

 

Çocukcağız da ders kitabında okuduklarını anlatmaya başlamış:

-          “Eski Türkler, Ortaasya’da göçebe olarak yaşarlardı.”

 

Daha ilk cümle bitmeden Gazi:

-          “Dur.”

 

Diyerek Hamdi Nazım Bey’e dönmüş ve:

-          “Muallim Bey, anlatınız.” demiş.

 

Hamdi Bey neyi düzeltsin? Çocuğun söyledikleri, ders kitaplarında yazılı olan şeyler. Şaşırmış, heyecanlanmış. Bu heyecan ile Gazi’ye:

-          “Beyefendi...”

diyerek hitap etmiş, fakat Gazi’nin,

-          “Muallim Bey, sen benim kim olduğumu bilmiyor musun ?”

diye çıkışması üzerine, büsbütün heyecanlanmış ve bir cevap verememiş.

 

Bunun üzerine Gazi tahtada asılı olan Ortaasya haritasının önüne gelerek, dersi kendisi anlatmaya başlamış.

-          “Çok eskiden, Ortaasya’da bir iç deniz vardı. Eski Türkler, bu iç denizin etrafında ilk insan medeniyetini meydana getirmişlerdir.”

 

Diyerek bugünkü Gobi Çölü’nün bulunduğu yerin etrafını tebeşirle çizmiş ve anlatmaya devam etmiş:

-          “Bir müddet sonra bu deniz kurumaya başladı. Bu deniz kuruyunca, orada oturan Türkler de başka ülkelere göç etmeye başladılar.”

 

Diyerek daha önceden daire içine aldığı Ortaasya’dan oklar ile göç yollarını göstermeye başlamış. Bir ok Sibirya’ya. Bir ok Hindistan’a. Bir ok Anadolu’ya. Bir ok Avrupa’ya. Bir ok Afrika’ya. Bir ok da Bering Boğazı’nın üzerinden geçerek Kanada ve Amerika’ya.”

 

Tahsin Banguoğlu sözlerine şöyle devam ediyor:

“Sizlerin Orta Öğretim Tarih derslerinde gördüğünüz göç yolları haritasının kaynağı bu olaydır. Bu göç yolları haritası Gazi’nindir. Yanılmıyorsam bu harita halen Gazi Eğitim Enstitüsü’nde korunmaktadır.

 

Ben bu olayı o gün Gazi gittikten sonra öğrendim. Hamdi Nazım Bey’in dersinde olanları Gazi gittikten sonra bizzat Hamdi Nazım Bey anlattı.”

 

* Kaynak:

Dr. Tülay Duran. Belgelerle Türk Tarihi Araştırmalar Vakfı, İstanbul